Bu yazıda sizlere Fujifilm’in satış danışmanlarına göre en çok satan zoom lensi olan XF70-300mmF4-5.6 R LM OIS WR ile yaşadığım ve ilk kez karşılaştığım olumsuz bir deneyimden bahsetmek istiyorum: Sıcaklık dalgası bozulması diye adlandırabileceğimiz, aslına bakarsanız bu lense özgü bir sorun olmayan, ama benim bu lensle yaşadığım, ve hepimizin hayatın başka alanlarından az-çok bildiğinden emin olduğum bir optik bozulma.
Dediğim gibi, bu bozulma optik bir bozulma, ancak bilinen diğer bozulmalar gibi (örneğin geniş açı fotoğraflarda çizgilerin yamuk olması veya yüksek kontrastlı sahnelerde, kenarlardaki mor veya yeşil renklenme) lensle veya fotoğraf makinesiyle bire bir bağlantılı değil. Çok temel bir fizik kuralı olan ışığın kırılması kuralından dolayı yaşanabilecek ve çözümünün çok basit olmaması dolayısıyla da zaman zaman can sıkabilecek bir sorun. Gelin, bunun detaylarına birlikte bakalım.
Dün, uzun zamandır almayı planladığım Fujifilm’in son telefoto lensi XF70-300mm’yi satın aldım. Son derece kompakt boyutlu, odak aralığına göre çok ağır olmayan, keskinlik konusunda başarılı bir telefoto lens. 300mm’ye uzanan odak uzaklığı (tam kare karşılığı 450mm), hatta tele-dönüştürücü uyumluluğu (yerini aldığı söylenebilecek XF55-200mmF3.5-4.8 R LM OIS modelinde yoktu) ile bunu tam kare karşılığı olarak 900mm’ye çıkarmayı da mümkün kılması, uzun bir lens gerektiren fotoğraflar için bu modeli son derece güzel bir alternatif kılıyor. Bu yüzden de ben (ve bir arkadaşım daha) bu modele yöneldik.
Ancak, ben bugüne dek bu denli uzun odak uzaklıklarını bilinçli bir şekilde hiç kullanmamıştım. O yüzden de dönüş yolunda, vapurda, Karaköy’den Kadıköy’e geçen herkesin yapacağı gibi lensi kutusundan çıkardım ve kıç üst güvertede yerimi aldım. Önümde tarihi yarımada, saraylar, Galata Kulesi, Kız Kulesi ve İstanbul Boğazı seriliydi. Ve başladım fotoğraflarını çekmeye. Ekrandan çektiğim fotoğraflara bakıyor, baktıkça lense hayran kalıyordum.
Lensin değerlendirmesini gelin başka bahara bırakalım, ben asıl konuya dönüyorum.
Güneşin tüm yorucu etkilerini aşıp, toplamda 10km kadar yol yürüyüp eve gelip fotoğrafları bilgisayara aktardığımda, ve Kız Kulesi fotoğraflarından birini MacOS’in fotoğraf görüntüleme programıyla özgün boyuta yaklaştırdığımda (Cmd + 0) arka planda daha önce fark etmediğim şöyle bir dalgalanmayla karşılaştım:
Tabii ki o an bir şaşkınlık yaşadım. Yepyeni ve üstelik keskinliği (Ne kadar yüksek bir kesme olsa da İş Bankası logosunun detayları hala net olarak seçilebiliyor), odaklaması tüm testlerde başarılı olmuş (gerçekten bir tele için çok hızlı, sessiz ve tutarlı – hele ki 5m-sonsuz ayarı açıksa) bir lens, nasıl bu şekilde bir görüntü veriyor? Üstelik denemelerimin hiçbirinde böylesi bir sorunla karşılaşmadım, her şey son derece netti. Ancak uzaklardaki nesnelerde neden böyle bir görüntü vardı ki? Her şey gerek makinenin ekranında, gerekse cep telefonumda son derece güzel görünüyordu.
Kafamda bu sorularla cevaplar aramaya başladım. İlk tahmin, lenste sorun olduğuydu. Ancak bu bana çok olası gelmedi. Çünkü daha yakındaki objelerde bu tip sorun yokken, uzaktakilerde bu bozulmalara neredeyse rastlamıyordum (yukarıdaki fotoğrafın merkezinden bir kesit).
Bu durumdan dolayı lense çok suç bulamadan araştırmalarıma devam ettim. Sonrasında öğrendim ki, havadaki sıcaklık ve nemden kaynaklanan böyle bozulmalar olabiliyormuş. Bu konuda açıklayıcı bir makale buldum, bunu sizinle de paylaşmak istiyorum. Makale İngilizce dilinde, eğer anlamadığınız veya katkı vermek isteyeceğiniz bir kısım olursa, lütfen yorumlara yazmaktan çekinmeyin.
Linkini verdiğim makaleyi, birkaç başka makaleyi ve bu konudaki kimi videoları izledikten sonra anladım ki, bu durum yazın uzun yolda giderken ufuktaki görüntünün bozulmasıyla aynı şey ve bunu engellemenin daha iyi bir lens alarak veya daha iyi bir makine alarak çözülemeyeceği aşikar. Çünkü ışığın kırılması lens veya makine içinde değil (geniş açı lenslerdeki perspektif bozulmaları veya kromatik bozulmalar gibi değil), gerçek dünyada gerçekleşiyor. Haliyle bu konuda suçlu üretici değil.
Bu durum tabii ki telefoto lenslere özgü değil. Daha geniş açılı lenslerde de benzer bozulmalar mümkün. Bunu telefotoda daha baskın hissetmemizin nedeniyse şunlar:
- Fotoğrafını çekmek istediğiniz nesneyle aranızdaki mesafenin artması (benim durumumda birkaç kilometrelik mesafeden bahsediyoruz) fotoğraflamak istediğiniz özneyle sizin aranıza giren hava miktarının ve dolayısıyla da kırılma miktarının artması anlamına geliyor.
- Uzaktaki özneleri fotoğraflamak istediğinizde kullandığınız telefoto lens, bu etkinin çok daha büyük görünmesine yol açıyor ve bu etkinin katlanmasına yol açıyor.
Yukarıda verdiğim makalede, bu etkinin 150-200mm odak uzaklığından sonra daha baskın şekilde ortaya çıktığından bahsedilmiş. Benim durumumdaysa tam kare karşılığı 450mm olan bir odak uzaklığından bahsediyoruz. Haliyle, İstanbul güneşinin altında, deniz üzerinde nem ve sıcaklık farkına ek olarak buharlaşan suyu da hesaba katınca, yukarıdaki gibi bir sonucun ortaya çıkması kaçınılmaz oluyor.
Peki, bunu engellemek için ne yapılabilir? Bunların başında fiziksel koşulları değiştirmek geliyor. Bulunduğunuz noktayla özneniz arasında ısı yayan bir kaynak (mesela asfalt zemin) olmamasına dikkat etmek gerekiyor. Bunun dışında da ışık için çok önemli olan gün doğumu ve gün batımı saatlerinde fotoğraf çekme konusu yüksek odak uzaklıklarında daha da elzem duruma geliyor. Yani özetle, nasıl ki İstanbul’da yaşayanlar olarak depremle yaşamayı öğrenmek zorundaysak, böyle odak uzaklıklarında da bununla yaşamayı öğrenmemiz şart gibi görünüyor.
Sizin de böyle bir durum başınıza geldi mi? Bir çözüm bulabildiniz mi? Deneyimlerinizi ve görüşlerinizi yoruma yazabilirsiniz.